top of page

Dünyaya düşen adam: David Bowie

  • Yazarın fotoğrafı: Elif Ekinci
    Elif Ekinci
  • 24 Ağu 2018
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Eki 2022


Yeni Yüzyıl, Ocak 2016



Bu hafta niyetim, David Bowie’nin 69. yaş gününde yayınladığı yeni albümü ‘Blackstar’ı yazmaktı aslında. Albümü defalarca dinleyip neredeyse 70 yaşında bir ihtiyarın nasıl olup da hâlâ zamanın ötesinde, öncü ve kategorize edilemeyen bir albüm yaptığına şaşırmıştım. ‘Blackstar’ı yere göğe koyamadığım bir yazı yazmıştım, gazeteye göndermek üzereydim ki Bowie’nin oğlu, yönetmen Duncan Jones, 18 aydır gizlice kanserle mücadele eden babasının bu dünyadan huzur içinde ayrıldığını duyurdu Twitter’dan. Glam rock’ın nevi şahsına münhasır ismi David Bowie, 69 senelik yaşamına, 27 albüm, onlarca film sığdırdı. Aslında tüm bunları yapan yalnızca David Bowie değildi; bazen Ziggy Stardust, bazen Aladdin Sane, bazen de Thin White Duke oldu. İçinden fışkıran tüm bu karakterleri, gelecekten gelen müziği, farklı renkteki gözleri, hayata bakışı, cinsiyet ayrımı konusundaki algısı, her şeyiyle gerçek bir ekol, birçokları için rol modeldi. Bu gezegenin ölümlülerine pek benzemiyordu. Başka bir gezegenden dünyaya düşmüş gibiydi.


Kız meselesi

1947’de, David Robert Jones adıyla, Britanya’da (Brixton) dünyaya geldi. Henüz dokuz yaşındayken, babasının hediye ettiği Little Richard plağı Tutti Frutti, onda bir şeylerin kıpırdanmasını sağladı. Ve o kıpırdanan şey, her neyse, 69 yaşında bu dünyaya veda edene kadar hiç durulmadı. 14’ünde bir “kız meselesi” yüzünden yakın arkadaşı George Underwood ile giriştiği kavga, sağ gözüne yediği sağlam bir yumrukla sona erdi. O yumruk, alâmetifarikası, farklı göz rengini kazandırdı Bowie’ye. Underwood daha sonra Bowie’nin ilk albüm kapaklarını tasarlayan kişi olarak da karşımıza çıkacaktı üstelik. 18’inde ünlü menajer Ken Pitt ile tanıştı. Bu tanışma Bowie’nin hayatındaki ilk dönüm noktasıydı. Sahne ismi konusunda ona akıl veren de Pitt oldu. O dönem yayında olan bir TV dizisindeki Amerikan milli kahramanı Jim Bowie’den ilhamla, David Bowie isimli yeni kimliğine büründü. Kendi adını taşıyan ve pek de rağbet görmeyen ilk albümünü 1967’de yayınladı. Bu, herhalde, hayattaki son başarısızlığı oldu. İki yıl sonra yayınladığı Space Oddity ile listelerin zirvesine çıktı. Ve uzunca bir süre orada kaldı. 70’ler en verimli onyılıydı. The Man Who Sold The World, The Rise And Fall Of Ziggy Stardust And The Spiders From Mars, Aladdin Sane, Pinups, Berlin Trilogy bu yıllarda çıkardığı 11 albümün sadece birkaçıydı.


Androjen kimlik

1972’de yarattığı alter egosu Ziggy Stardust, ışıl ışıl kıyafetleri, feminen havası, dönemin özgürlükçü rüzgarıyla bir idol oldu. Angela Bowie ile evliydi fakat cinsel anlamda kimliksiz davranıyordu Bowie. The Man Who Sold The World albümünün kapağında abiye bir elbiseyle arzı endam ediyor, özel hayatında her iki cinsiyetten de kişilerle ismi anılıyordu. 1974-76 arasını ABD turnesi ve ardından çılgın uyuşturucu partileriyle geçirdi. 1976’da Berlin’e taşındıktan sonra da bu bağımlılık hali devam etti. 80 ve 90’larda albüm çıkarma sıklığı birkaç yılda bire düştü, fakat albümlerin yarattığı etkide hiçbir değişiklik yoktu. 1980’de Scary Monsters, 83’te ise Let’s Dance ile ortalığı kırıp geçirdi. 1995 tarihli Outside bir başka parlak albümüydü. 2003 tarihli Reality’nin ardından 10 yıllık bir mola aldı. 2013’te, 67 yaşında, The Next Day ile sıkı bir geri dönüş yaptı. Ve son noktayı kanserken kaydettiği (hatta kaydı sırasında bir de kalp krizi geçirdiği) muazzam albümü Blackstar ile koydu. Bowie’nin hep farklı şeyler söyleme ve yapma arzusu onu, kendi klasmanındaki, tabiri caizse, eski işlerin ekmeğini yiyen birçok isimden ayırdı. Geçen yüzyılın en cesur sanatçısıydı. Her zaman fütüristik ve ufuk açıcıydı. Yeni bir projeyle ortaya çıktığında, bunun benzersiz bir deneyim olacağı garantiydi. Ölüm haberi, hayranı olmayanlar da dahil, birçok kimseyi gerçekten hüzünlendirdi. Ama şarkılarının, dinleyen herkesin hayatını aydınlatmaya, ruhuna iyi gelmeye devam edeceğini bilmek biraz olsun iyi hissettiriyor. Seninle aynı çağı paylaşmak güzeldi. Hoşçakal ve şarkılar için teşekkürler Bowie.


Gelecekten gelen albüm: Blackstar

David Bowie’nin, 27. albümü Blackstar, Bowie’nin kulağımıza geleceğin müziğini fısıldayarak kondurduğu bir veda busesi. Her Bowie işi gibi benzersiz. Müzikal anlamda, sanatçının daha önce yaptığı hiçbir şarkıya, hiçbir albüme benzemiyor. Bunun yanı sıra, kapağında ilk kez Bowie’nin yüzünün yer almamasıyla da diğer albümlerden ayrılıyor. Yedi şarkıdan oluşan albümün açılış şarkısı Blackstar, 10 dakika süren, üç farklı bölümden oluşan bir müzik şöleni. Son derece etkileyici, şaşaalı bir şarkı. Bowie’nin bir video kliple taçlandırdığı Lazarus’un da Blackstar’dan aşağı kalır yanı yok. Hele de şimdi, bir hastane odasında açılan videosunu, Bowie’nin ölümü beklerken çektiğini bilerek izlemek, ölürken bile sanata tutunduğunu görmek, garip bir hisle dolduruyor insanın içini. Girl Loves Me ve Dollar Days, albümün tekrar tekrar dinleme isteği uyandıran iki parçası. Kapanış ise, yine Bowie’nin ölümünden sonra sözleri daha derin bir anlam kazanan I Can’t Give Everything Away ile. Albümde iki de “tekrar yorumlanan” şarkı var. Tis a Pity She Was a Whore ve Sue (Or in a Season of Crime), albüme etkisi ilk notadan itibaren hissedilen saksafon sanatçısı Donny McCaslin’in de nefesiyle “canlanmış” sanki. Kuğuların ölmeden hemen önce şarkı söyledikleri efsanesini duymuşsunuzdur belki… Bir kuğunun, ölmeden önceki son ve en güzel ötüşüne ve bir sanatçının son işine “swan song” deniyor İngilizce’de. David Bowie’nin veda albümü Blackstar, her şeyiyle muazzam bir “swan song”.

Comments


bottom of page