Mehmet Güreli: Özgürlüğün büyülü olduğunu anlatamadık
- Elif Ekinci
- 22 Ağu 2018
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Haz 2019
Radikal Kitap, Kasım 2010

Şarkı söyleyen, film yapan, yazan, çizen ve ne eylerse güzel eyleyenlerden Mehmet Güreli. Son kitabı ‘Hayaller ve Sokaklar’ da son güzel işi. Kitaptaki öyküler, Taraf gazetesinde, Trapez adlı köşesinde yazdığı yazıların bir toplamı. Felsefeden sanata, edebiyattan müziğe her şeyden bir parça var bu öykülerde. Kısacık, minicikler, ama doyurucular. Tek sorunları tatlarının damakta kalması…
‘Hayaller ve Sokaklar’ın ortaya çıkış süreciyle başlayalım.
Taraf gazetesinin kültür ekinde yayımlanmış, kendi stilimde yazdığım hikâyelerden oluşuyor kitap. O zamanlar hem dergiyi hazırlıyorduk hem de ben bunları yazıyordum. Şimdi kitabı okuduğum zaman bakıyorum da, insan günlük rutinle çok fazla ilgilendiği zaman biraz kısır kalıyor aslında. Sadece güncelliği takip etmek değil de biraz başka yerlere bakmayı becermek, çağın ötesine geçmek gerekiyor. O zaman her şeyi daha iyi kavrıyorsunuz. O yüzden sanatçı olarak yapmamız gereken; sadece günlük olayları fark etmenin ötesinde bir kültür alışkanlığını sunabilmek aslında.
Kitabınız insanları güncelden biraz uzaklaştırmayı hedefliyor diyebilir miyiz o zaman?
Bir amacı yok aslında. Bir fikir üzerine yola çıkılmış bir şey değil çünkü.
Klasik anlayıştan farklı bir öykü tarzınız var. Öykünün bir rengi, bir müziği vardır benim için. Öykü bazen amacının dışında bir çiçek ya da bir konser tarlasına gidebiliyor. Kimi zaman bir gözyaşına, kimi zaman bir kahkahaya dönüşebiliyor. Bazen de bir kitabı okurken duyduğun bir hazza dönüşüyor. Ve bu benim kontrolüm dışında gelişiyor. O yüzden klasik bir öykü anlayışının dışında, yakalanamaz bir yerlere varıyor ucu.
Kitaptaki öykülerin çoğu Boris’le ilgili. Kimdir Boris, bir simge mi? Boris, sadece gerçeği yazmak isteyen bir tarihçi. Her ülkenin insanı olabilir bu. Şöyle düşünün; tarihte Waterloo Savaşı’nı İngilizler farklı Fransızlar farklı yazabiliyor. Ama ikisi de olayın tarafı. Boris ise, gidiyor Stalin dönemini yazıyor örneğin. Stalin dönemi korkunç bir dönem, daha önce Rusya’da yazılamamış. Yazılamadığı için de o tarih belli bir kimsenin bildiği kadar bir tarih oluyor. Bugünün aslında en büyük sorunu da bu. Ben aslında öykülerde de biraz bunları deşmeye çalışıyorum. Ama bu benim aslında ‘gerçek’ anlayışımla ilgili.
Nedir sizin ‘gerçek’ anlayışınız? Olaylara çıkarsız, kıstassız, bir camın arkasından bakabilmek. Gerçeğe sanki hiç kimsenin görmediği kadar çıplak bir gözle bakabilmek. Bu cesaret istiyor ve Boris bunu yapıyor.
Kitapta Fritz Lang’la ilgili öyküler de var.
Fritz Lang üzerine üç tane öykü yazdım. Fritz Lang bir sinemacı ve Naziler ona bir teklifte bulunuyorlar. Gel sinemanın başına geç diye. Karısının Nazi partisi üyesi olmasından ve Lang’ın kaçmaya karar vermesinden, kendi yolunu çizmesinden bahsediyor öyküler. Bu çok zor bir şey, başka bir ülkeye gitmek, işinden başka şeyler yapmak… Ama karısına güvenmemesi bence en korkuncu. Ona söylemeden çekip gitmesi… Bu güvensizlik, çağın insanının düştüğü dramlardan, ıskalanmaması gerekenlerden bir tanesi.
Boris ve Vera’nın ilişkisi daha farklı ama... Boris ve Vera’nın ilişkisi Fritz ve Thea’nın ilişkisinin tam tersi. Boris ve Vera, birbirine tam güvenen, birbirinin başına bir şey gelmesinden çok korkan insanlar. Bu insanların kopuşunu anlatıyor aslında kitaptaki hikâyeler. İkisinde de kopuş var ama bunlarınki benim tercih ettiğim bir kopuş. Fakat sonunda kavuşacaklar, yeni bölümlerde.
Boris ve diğer kahramanlar nasıl bu kadar özgürce dolaşıyorlar Avrupa’da? Eskiden bir hikâye yazmıştım. İnsanlar resimlerin içine kaçıyorlardı hikâyede ve resmin içine de sadece ressamın izniyle girilebiliyordu. Ressam da iyi bir adamdı, başına bir şey gelenleri oradan kaçırıyordu. O yolla özgürlüklerine kavuşuyorlardı karamanlar. Bu özgürlük meselesi çok kafamı kurcalayan bir şey ve en sevmediğim şey de yasaklar. Yasaklar meselesi sanki normalmiş gibi davranan insanların arasında dolaşmaktan da artık çok sıkıldım. Herkesin aslında kendine göre bir yasağı olduğunu ve insanların eline fırsat geçtiği vakit bu yasağı uyguladıklarını gördüm hayatta. Hatta daha da ileri gidip bunu artık sistemleştirdiklerini gördüm. Özgürlüğün büyülü bir şey olduğunu insanlara maalesef anlatamadık. Özgürlük üzerine bence bir kürsü açılmalı okullarda ama kim ders verecek derseniz inanın ben de bilmiyorum. Türkiye’de eğitim malum. Dört yıllık bir eğitim sonucunda ortaya çıkan şeyin aslında dört yıl öncesinden daha kötü olması durumu söz konusu. Bu çok akıl almaz bir düzen.
Stevenson’dan bir alıntı var kitapta, “İyi yazılmış bir sayfada tüm sözcükler aynı yöne dönük olmalıdır” diyor. Böyle mi düşünüyorsunuz? Çok simgesel bir şey tabii bu. Bazı şeyleri de tamamen inanarak koymuyorum öyküye. Bizim kafamızda nasıl bir fikir açacağını merak ettiğim için koyduğum şeyler de oluyor. Bir yöntem benim için bu. Bu cümleden bir tek sonuç çıkacak diye bakmayı kıran bir tarafı da var bu yöntemin. Bu aşağı yukarı şunun gibi bir şey: Benim resimlerimde neden hep kadınlar sağ tarafa bakıyor diye sorarlardı bana eskiden. Önceleri ‘üslup’ diye cevap verirdim ama bir gün dedim ki; “Durduğunuz yere göre değişir.”
Resim yapıyorsunuz, şarkı söylüyorsunuz ve her becerinizin diğerini etkilediği açık. Evet, nerede başlayıp nerede bittiği pek de anlaşılan bir şey değil aslında bu durumun. Hepsi bir bütün halinde birbirine etki ediyor.
Projeler var mı peki bu ara? Çok şey var aklımda. Şimdi bir uzun metrajlı film hazırlıyorum. Bir albüm hazırlığı var, bir sergi var. Bir de novella yazmak istiyorum. Kısa dünya tarihi gibi bir şey. Kendi kahramanlarımla ve tarzımla tabii.
Boris de olacak mı aralarında? Boris de olacak, onun 1946’dan sonraki tarihe bir bakışı gibi bir şey olabilir. Ama bilinen bir tarih yazmak istemiyorum, o çok hoşuma gitmiyor. Planlıyorum ben böyle tabii ama belli de olmuyor. Zaten artık insanlar da yorgun düştüler benim bu projelerimden. Proje merkezi gibiyim. Shakespeare der ki; “Neyin sırası geldiyse, onun gelmiştir.” Biraz buna inanıyorum. Albüm diye yola çıkıyorum başka bir şeye dönüşüyor ya hani, o aslında ertelenmiş olmuyor, daha sırası gelmemiş oluyor.
Biraz kaderci bir yaklaşım mı sanki? Kaderci değil de, kendi koşullarımı kendim yaratamıyorum diyelim. İstediğim zaman film çekemiyorum mesela çünkü maddi şeylere dayanıyor bunlar hep.







Yorumlar